Page 226 - SİNCAN TARİH VE KÜLTÜR ATLASI
P. 226

27 Mart’ta Yalancı Ali’den Kutilin’e [Kutugün/Çayyolu] doğru yola
                      koyulduk. Kutilin küçük bir köy. Yalancı Ali’ye iki mil uzaklıkta. Sabah
                      saat yedide hareket ettik, saat on ikide konak yerimize ulaştık. Yolda
                      birçok güzel tepeler, vadiler ve tarlalar gördük. Bir tepeden ötekine geçe
                      geçe yolumuza devam ettik. Karlı dağlar gene uzaklarda. Yolun solunda
                      bir mezarlık, sağında oldukça büyük bir çeşme ve büyük bir yalak. Bir
                      küçük suyu geçtik. Suyun sağında değirmenler gördük. Yolun solunda
                      bir mezarlık daha var. Köyler yoldan bir hayli içerde ve seyrek. Yukarıda
                      adı geçen Kutilin köyünün şurasında burasında oyulmuş delikler var.
                      Buralara arılar girip çıkıyorlar. Bu civarda manzara güzel. Toprak da iyi
                      killi ve verimli. Etraf lezzetsiz. Kuru ot bulamadık ama geçen günlerde
                      olduğu gibi atlara kâfi miktarda arpa bulundu. Yoğurt denilen ekşitil-
                      miş süt de bol. Yumurta da çok; bir tavuk dört, yirmi yumurta bir akçe.
                      Atımı eski bir bina olan hocanın evine bıraktım. Evlerin yarısı tepenin
                      içine gömülmüş, dışarıda kalan kısımları ise toprakla örtülü, düz dam.
                      Bunların üzerinden yürünüp gidilebilir. Burada kadınlar, sof dokunan
                      tiftikleri ücret karşılığında eğiriyorlar. Hocanın karısı mavi renkte bir
                      yün eğiriyordu. Bu yünleri, Ankara’dan gelen dokumacılar, eğirilip bü-
                      külmek üzere köylere dağıtıyorlar. İşte böyle. Bu kaba saba insanlar ne
                      güzel işler çıkarıyorlar. Hemen yakında bulunan küçük bir köyde pek
                      çok hayvan gördük. Bodur inekler, öküzler, koyun, tiftik keçisi ve atlar.
                      Yukarıda sözünü ettiğimiz iki gün süresince lezzetsiz, iyi pişmemiş ek-
                      mek yedik zira ekmek pişirecek odunları yoktu. Bazıları yere bir çukur
                      kazıyorlar (tandır) ve ekmeği bu çukurun içinde pişiriyorlar. Diğer bir
                      kısım köylü de ekmeği geniş, yuvarlak demir veya toprak levha (bazla-
                      ma sacı) üzerinde pişiriyorlar. Sacın üzerine açılıp yayılmış tahminen
                      yarım parmak kalınlığındaki hamuru koyup pişiriyorlar. Bu pişirme ol-
                      muyor da geniş, yayılmış ince hamuru kurutma gibi bir şey oluyor ama
                      onlar bunu seve seve yiyorlar.

                          28 Mart’ta Kutilin’den Ankara’ya doğru yola çıktık. Ancira’ya Angur
                      (Engürü) diyorlar. O gün akşam bir tarlada konakladık. Saat onda gel-
                      dik oraya. 29 Mart’ta da orada kalıp dinlendik. 30 Mart’ta [sabah] saat
                      yedi de ayrıldık ve saat on iki de (....) üzerinden. Sol tarafta küçük bir
                      değirmen var. İleride yolun kenarında küçük bir mezarlık görülüyor.
                      Düz arazide Ankara yönünden bize doğru akan küçük bir dere var. Yol-
                      lar inişli yokuşlu. Güzel vadilerin hepsi ekilmiş. Sol tarafta büyük bir
                      köy görülüyor. Bir dere üzerindeki taş bir köprüden geçtik. Yukarıda
                      da söylediğimiz gibi buralarda da ağaç yok. Kısa kısa otlardan oluşan
                      cılız meralar ve çıplak dağlar var. Ankara şehrinde Rumlar, Ermeni-
                      ler, Yahudiler ve Türkler bir arada yaşıyorlar. Burada çok miktarda sof
                      dokunuyor. Bizzat gördük. Dokumacı sayısı da çok fazla. Sof, yukarıda
                      bahsettiğimiz tiftikten yapılıyor.
             210
   221   222   223   224   225   226   227   228   229   230   231