Page 228 - SİNCAN TARİH VE KÜLTÜR ATLASI
P. 228
Sof dokumacılar kumaşı dokurken ellerindeki vurguyu dört defa arka
arkaya çok kuvvetli vurarak kullanıyorlar. Böyle olunca kumaş sıkıca ve
kalın dokunuyor. Kaynatmada bunun çok faydası görülüyor. Bu adamla-
rın kullandıkları bütün aletler ve iş yerleri çok sade ve ilkel. Öyle ki bun-
lardan daha basit bir atelye olamaz.
28 Mart’ta Ankara’ya doğru yola çıktığımızda o sıralarda şehirde bulu-
nan Beylerbeyi [Cenabi Ahmed Paşa] birçok genç atı (tayları) salıverdir-
miş. Arkalarında eli kırbaçlı biri atları kovalıyor. Bu suretle atların hangi-
sinin daha kuvvetli olduğu ve daha hızlı koştuğu anlaşılıyor. En hızlı atı
koşu atı olarak seçerek özenle yetiştiriyorlar. 28 Mart günü öğleye doğru
şehre ulaştığımızda bütün halk şehrin dışına dökülmüştü. iki bin veya iki
bin beş yüz kişi vardı belki. Paşa da takriben yüz elli kişi ile çıkmıştı.
29 Mart’ta bütün gün Ankara’da kaldık. Şehri gezdik. Bir tepenin üze-
rinde hisar [Ankara Kalesi] vardı. Oraya kadar çıktık. Oradan şehrin her
tarafını seyrettik.
Ankara şehri ve kalesi vaktiyle çok güzelmiş, mükemmel bir yerde ku-
rulmuş. Böyle yerleri insan her zaman arzu eder doğrusu. Tepenin tam
üzerindeki hisardan her tarafa geniş bir bakış var. Hisarın etrafı büyük
kare şeklinde veya diğer taşlarla ve tuğlalarla örülmüş bir surla çevrili.
Surda birbirinden kır beş adım veya daha az mesafede üçgen şeklinde ya-
rım kuleler bulunmakta. Yukarıda sözünü ettiğimiz kalenin önünde maz-
galları bulunan bir burcu da var yüksekliği iki adam boyu gelir.
(…)
Ankara’da diğer akarsuların adlarının ne olduğunu, nereden çıktık-
larını sorduk. Bentderesi Ankara’nın bulunduğu dağ ile karşısındaki dağ
arasından akıyor. Bu derede dokumacılar dokudukları sof kumaşları yıkı-
yorlar. Ankara civarında başka bir taraftan bir su daha geliyor. Bu su Ay-
dos Dağı’ndan çıkıyor. Bu suya da Cziubuk Su (Çubuk Suyu) diyorlar. Her
iki dere Ankara’nın ilerisinde birleşiyor ve Tarhawa Mola [Nehr-i kebîr/An-
kara Çayı] denilen bir suya dökülüyor. Sonra da bizim geçen pazar günü
yıkandığımız Sakarya Nehri’ne karışıyorlar. Kaleden bakıldığında Anka-
ra’nın manzarası çok güzel. Dağlar, yeşil vadiler uzanıp gidiyor. Yan taraf-
larda ise karlı dağlar görülüyor. Ankara’nın civarında, yakın yerlerde ağaç
yok. Bağ da yetişmemiş. Ot ise çok az yahut da hiç yok. Ekmekleri iyi değil.
Herhâlde iyi ekmek yapmayı bilmiyorlar. Odunsuzluk da var tabii. Fakat
ekmek pahalı değil doğrusu. Bir akçeye sekiz ekmek aldık. Zaruret hâlinde
insan bununla yedi-sekiz gün idare edebilir. Ankaralılar yuvarlak, lezzeti
iyi, üzerine beyaz haşhaş tohumu ekilmiş baygel, halka ekmek de (simit)
yapıyorlar.
212